Nâib
Vikipedi, özgür ansiklopedi
Nâib, lügatte kelime olarak vekil anlamına gelmektedir. Kadıların yargı görevini yerine getirirken yardımına başvurdukları görevlilerin başında nâibler yer almaktadır. Nâibler, kadılar tarafından belirli bir süre veya belirli bir iş için tayin edilen yardımcılardır. Kadıların kendilerine verdikleri çerçeve içerisinde görevlerini yürütürler. Belirli bir işi yapmak için görevli olanlar, genellikle bir keşif veya mahkemenin yetki alanına dahil bölgede herhangi bir görev için vazifelendirilirler. Belli bir süre için nâib tayin edilenler ise kadının görevi başında olmadığı zamanlarda ona vekaleten görev yaparlar. Bu vekalet kısa bir süre için olabileceği gibi uzun bir süre için de olabilir. Bu ikinci tür vekaletin Osmanlılarda en çok karşılaşılan örneği olup çoğu kere uzak bir bölgeye kadı tayin edilen kimsenin görev mahalline gitmeyerek yerine nâib göndermesi ve kendisinin İstanbul’da kalmasıdır.
Nâibin bir veya birkaç olması kadının tayin edildiği kazanın büyük veya küçük olmasına ve kaza işlerinin geniş olup olmamasına bağlı idi. Bundan dolayı; kaza, sancak ve eyalet kadılarının nâib sayıları değişkenlik arz ediyordu. Nâibler görevlerinin mahiyetlerine göre kaza nâibleri, kadı nâibleri,mevâli nâibleri, bâb nâibleri, ayak nâibleri ve arpalık nâibleri şeklinde kısımlara ayrılmaktaydı. Kaza nâibleri, kadıların kendi kazaları dahilindeki nahiyelere tayin ettiği ve kaza kadısı adına o nahiyede şer‛î ve hukukî işlere bakan kişilerdi. Kadı nâibi kadının yanında bulunup icabında ona vekalet eder veyahut herhangi bir şer‛î muameleye bakmak üzere kadı tarafından köylere gönderilirdi. Kadı nâibleri kazalarda aynı zamanda bâb nâibliğini görürdü. Büyük kadılıkların nâiblerine mevâli nâibleri, esnafı kontrol etmek üzere seyyar dolaşan nâiblere de ayak nâibi deniyordu. Mâzul kadıların maişetlerini temin için herhangi bir kazanın hasılatı arpalık usulüyle kendine verilmesi neticesinde buna arpalık nâibi ismi veriliyordu.
XVIII. yüzyılda kazaların nâiblerle yönetimi iyice yerleşmişti. Yerli olan kişilerin nâib olması yasaktı. Yerli kişilerden nâib atanmaması hususunda pek çok uyarılar olmuşsa da bu tip uyarılara uyulmamış ve halk yakınmalarını İstanbul’a iletmek zorunda kalmıştı.
Şair Eşref'e ait olduğu söylenen şu beytle bitirelim:
"Nâ-ip dimek 'ipsüz' dimekdür, ammâ
"Bizüm Nâib ipsüzlerün iblisi"